TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı tanınmasının 89. yıl dönümü nedeniyle düzenlenen programda; “Kadın haklarıyla, ailenin gelişmesini de birbirinin rakibi olan iki alan olarak görmek fevkalade yanlıştır. Kadınlarımız güçlü olacak, ailemiz de güçlü olacak. Kadının güçlü olması ailenin zayıflaması anlamına gelmediği gibi ailenin güçlendirilmesinden bahsetmekte kadını zayıflatmak anlamına hiç gelmez. Hakim olan modern öğretinin aksine kadın haklarından bahsetmek aileyi zayıflatmaz, aile değerlerinden bahsetmekte kadını zayıflatmaz, geriletmez” dedi.
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, bugün TBMM’de düzenlenen “Türk Kadınının Seçme ve Seçilme Hakkının 89. Yıl Dönümü Programı”nda konuştu. Kurtulmuş, şunları söyledi:
“ÇOK İLERİ ZANNETTİĞİMİZ ÜLKELERİYLE KIYASLADIĞIMIZ DA TÜRK KADININ SEÇME VE SEÇİLME HAKKI DAHA ÖNCE YER ALMIŞTIR”
“1934 5 Aralık günü o zamanki Meclis’te milletvekillerinin tamamının oylarıyla kabul edilen Türk kadının seçme ve seçilmesiyle ilgili anayasa değişikliği Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun 10. ve 11. maddelerinin değiştirilmesiyle ilgili teklif aslında Türk siyasi tarihinde önemli bir dönüm noktasını da ortaya çıkarmıştı. Hem seçme yaşının 22 yaşına indirilmesi, seçilme yaşının da 30 yaşına indirilmesi o günün Türkiyesi için önemli bir yenilik, önemli bir gelişmeydi. Şimdi bir adım daha ileri gittik seçme ve seçilme yaşını 18 yaşına indirerek Türk kadının önünü açtığımız gibi Türk gençlerinin de önünü açmış olduk.
Bugünün çok ileride zannettiğimiz ülkeleriyle kıyasladığımız da Türk kadının seçme ve seçilme hakkı daha önce yer almıştır. Batıda bu konuyla ilgili 60-70 yıl verilen mücadeleler var. Bu büyük mücadelelerden sonra ancak kadınların seçme ve seçilme hakkı gerçekleşmiştir. Ama görece olarak Türkiye’nin çok daha kısa bir süre içinde seçme ve seçilme hakkını kadınlara vermiş olması, kadının seçme ve seçilme hakkını kendisinin almış olması bizim için tarihi bakımdan fevkalade önemli bir dönüm noktasıdır. Bu kadar erken bir seçme seçilme yaşına sahip olunabilmesinin birinci nedeni; hiç şüphesiz milletimizin zihin kodlarından kaynaklanmaktadır. Türk toplumunun en başından itibaren Türk kadını her zaman yönetimin içinde olmuş, ülkenin yönetimiyle ilgili meselelerle de söz sahibi olmuş, toplumsal hayatın içinde olmuştur.
“ŞU ANDAKİ TBMM’DE KADIN MİLLETVEKİLİ ARKADAŞLARIMIZIN ORANI YÜZDE 20,1”
1934’e gelene kadar Türk kadınının ve Türkiye’nin içinden geçmiş olduğu cemiyet hayatının büyük tecrübeler, büyük mücadeleler, büyük birikimleri içerisinde kadın hakları ve kadının varlığı konusunda fevkalade ciddi bir siyasi müktesebat elde ettiği gerçeğidir. Tanzimattan itibaren başlayan süreç içerisinde ve ardından yenileşme hareketleriyle birlikte her alanda kadının önünün açıldığını daha doğrusu kadının kendi önünü kendinin açtığı yakın tarihimize ait bir birikime sahibiz. 1934’e gelmeden önce belediye meclislerinde seçilmek, önce muhtar olarak seçilmek, orada elde edilen tecrübeyle birlikte de 1934’teki anayasa değişikliğinin ardından 1935’te 17 kişi, 1 yıl sonra yapılan ara seçimde bir kişinin gelmesiyle birlikte 18 kişiyle Meclis’te temsil edilen bir kadın siyasetçi profiline sahip olduğumuzu biliyoruz.
Şu andaki TBMM’de kadın milletvekili arkadaşlarımızın oranı yüzde 20,1. Yetmez. Önümüzdeki dönemlerde Türk kadınlarının çok daha fazla güçlü bir temsille TBMM’de yer almasını arzu ediyoruz, bunun için de hep beraber çalışıp gayret göstereceğiz. Kadının sadece siyasette var olması değil, hayatın her alanında var olması esastır. Bunun içinde Türk kadının önündeki bütün ayrımcılıkların kaldırılması siyasetin başından beri bir numaralı ödevi olmuştur ve bundan sonra da öyle olmak zorundadır. Eğitim alanında, istihdam alanında özellikle kamu görevi alanında ve özellikle milletvekili seçilerek TBMM’de temsil edilmek noktasında maalesef zaman zaman fevkalade yanlış kesintilerin muhatabı olduğunu Türk kadınlarının biliyoruz.
“KADIN HAKLARIYLA, AİLENİN GELİŞMESİNİ DE BİRBİRİNİN RAKİBİ OLAN İKİ ALAN OLARAK GÖRMEK FEVKALADE YANLIŞTIR”
Bazen hakim öğreti çerçevesinde ister istemez bazı yanlışlıklara da şahit oluyoruz. Bunlardan bir tanesi kadın ve erkek rol çatışması üzerine oturan bir aile anlayışının bizim toplumsal yapımıza, kültürel kodlarımıza bir şekilde uygun olmadığını ifade etmek isterim. Kadın ve erkek hayatında yarış içerisinde, rekabet içerisinde hatta düşmanlık ilişki içerisinde olan iki tane unsur değildir. Tam tersine toplumu bütünleştiren, aile yapısını oluşturan; bunun dışında da toplumun ana direğini oluşturan, birbirlerinin rollerini tamamlayan, aynı toplumsal şemsiye altında bulunan bir bütünün parçalarıdır. Bir başka temel yanılgı ise kadın haklarından bahsetmekle, aile değerlerinden bahsetmenin sanki birbirleriyle çelişen iki farklı siyasal alanmış gibi ele alınmasıdır. Kadın hakları her bakımdan yaradılışta erkekle eş hakka sahip olan kadının eksiltilmiş olan haklarının yerli yerine oturtulması, hakkının teslim edilmesi için verilen büyük bir mücadelenin ortak adıdır. Kadın ve erkeği toplumun farklı kesimlerinden birbirinden ayırt etmek bir cahiliye adetidir.
Kadın haklarıyla, ailenin gelişmesini de birbirinin rakibi olan iki alan olarak görmek fevkalade yanlıştır. Kadınlarımız güçlü olacak, ailemiz de güçlü olacak. Kadının güçlü olması ailenin zayıflaması anlamına gelmediği gibi ailenin güçlendirilmesinden bahsetmekte kadını zayıflatmak anlamına hiç gelmez. Hakim olan modern öğretinin aksine kadın haklarından bahsetmek aileyi zayıflatmaz aile değerlerinden bahsetmekte kadını zayıflatmaz, geriletmez.”